Kaptan’ın seyir anıları: “Fırtınalar, arızalar, korsanlar : Bir kontratın kısa hikayesi.”
Bir zabit bir dostumuzun, en son 3 aylık kontratında görev yaptığı 2007 yapımı, 150 metre uzunluk ve 10bin GT’luk dökme yük gemisinde (bulker) yaşadıklarını anlattığı bu kısa hikaye aslında denizcilerin türlü zorluklar ve bitmeyen stres ortamındaki çalışma azmini gözler önüne seriyor.
Haziran-2024’de kontratım başladığında, gemide durumlar pek iyi değildi. Gemideki ikinci günümde Süveyş Kanalı’na geldik. “Kanalda bir aksilik olur mu, makine çöker mi?” derken, hayırlısıyla sorunsuz geçtik. Kızıldeniz’e girdiğimizde güvenlik talimlerini yaptık, ISPS (Uluslararası Gemi ve Liman Tesisi Güvenlik Kodu) uyarınca Citadel‘imiz (korunaklı bölge) hazırdı.
Aklımdan “Eğer insansız bir bot ya da drone ile saldırıya uğrarsak ne yaparız?” gibi düşünceler geçiyordu, ama neyse ki öyle bir şey yaşanmadı. Yine de stres kaçınılmazdı. Basra Körfezi’ne vardığımızda Dubai’de bir günde gemiyi yanaştırdık, ama iki hafta sefer bekledik. Hava ise 47-52 derece arasında, korkunç bir nem vardı. Bu süre zarfında, ambarları hazırlamaya çalıştık.
O iki hafta boyunca broker beni çıldırttı. O kadar çok hesap yaptım ki, neredeyse supercargo (yük memuru) olacak kadar parça yük hesaplarıyla uğraştım. Sonunda iki çeşit dökme yükle Kandla’ya doğru yola çıktık. Hindistan’a gidenler bilir, orada işler pek kolay değildir. İlk yüklemenin balastını yetiştirmek için tam 25 saat uyumadım!
İkinci yük rahattı; muson mevsimi sağ olsun, yavaş yavaş yükledik. Ancak, yükler bigbaglerle gelip ambarlara dökme yapıldığı için süreç uzuyordu. Draft surveyler (su çekimi ölçümleri) oldukça komikti, ama adamlara hesap yapmayı öğrettim diyebilirim. Umuyorum bir hayır dualarını almışımdır.
Oradan ayrıldık, Aden Körfezi ve Kızıldeniz yine gergin bir rotaydı. Üstüne 10 gün aralıksız muson fırtınası yedik. Duyabildiğim ya da yapabildiğim bir şey yoktu. Neyse ki fırtınalara alışkınım, ama insanın sinirlerini zorluyor tabii.
Bir de MGO (deniz motorini) tank iskandilinin yanlış olduğunu öğrendik. Yakıtımız Süveyş’e yetmeyecekti! Fuel oil vardı ama jeneratör yakıtı eksikti. Bu yüzden Cibuti’de demirledik. Demir manevrasında da küçük aksaklıklar yaşadık; stres katlanarak artıyordu.
Kızıldeniz’de sabah vardiyamdayken, ne olduğu belirsiz bir bot iki kişiyle yaklaştı. Guardlar silahlarını kuşanıp “Yaklaşırsa ateş serbest!” pozisyonunda görev yerlerinde beklemeye başladılar. Neyse ki adamlar balıkçı çıktı, el sallayıp gittiler. Haybeye stres olduk! Ama eğer insansız bot olsaydı, atış yapılırdı, çünkü o gemimizi batırabilirdi!
Süveyş’e doğru ilerlerken, spoofing (GPS Sinyallerinin bozulması) sorunlarıyla boğuştuk. GPS ve AIS sinyalleri kayboluyor, bölgesel savaşlar seyir güvenliğimizi tehdit ediyordu. Neyse ki, Süveyş Kanalı’ndan çıkmayı başardık. Kanal çıkışı sonrası, köprü üstünde bir sürü alarm çalıyordu. “Cihaz olmadan da giderim, o kadar okul okuduk!” dedim. Hemen Mısır açıklarındaki platformlardan kerteriz alarak mevki patlattım. ECDIS’e (elektronik seyir haritası) bir göz attım, her şey çiçek gibiydi. Güneş batarken de bir azimut aldım, tamamdı.
GPS sorunu, Libya’ya kadar devam etti. Üçüncü ve dördüncü kaptanlara çevredeki cisimlerden nasıl mevki alacaklarını anlattım. İkisi de canavardı. Cebelitarık’a geldiğimizde yakıt ikmali yapacaktık, iç demir sahasında pilotla (kılavuz kaptan) demir atıyorduk. Tam o sırada makine çöktü. İleri yolda takılı kalmıştı, tanker manevraları arasında büyük bir krizle karşı karşıya kalacaktık. Pilot manevrayı iptal etti ve biz 12 mil açığa drift yaptık. Ertesi gün tamir yapıldı, demir atıp yakıt aldık.
Ancak, tam kalkarken demir foul geldi. Cinnet geçirdim, çünkü zincir çapanın bedenine sarılmıştı. Neyse ki geri alıp düzelttik. VTS baskısı ve süvarinin gerilimi derken, Cebelitarık Boğazı’ndan geçip Portekiz sahillerini yalayıp Biscay Körfezi’ne çıktık.
Fransa’ya kadar küçük sorunları saymazsak, nispeten rahat geldik. Fakat yolculuk sırasında sefer talimatı geldi: İrlanda’da yükleme, Gana’da tahliye. “Benim ne günahım var?” dedim. Hem korsan bölgesi hem de maymun çiçeği salgını…
İrlanda’da unutulmuş bir rıhtımda balastı yetiştirmeye çalışırken full yükleme yapacağız. Balastı süzdüremezsem yandım. Yine uykusuz geceler beni bekliyor. Gana yolunda başımıza iş gelmez inşallah. Korsandan kurtulsak, virüs ve hastalıklar peşimizi bırakmıyor.
Gemiye adım attığım günden beri stres ve yorgunluk beni mahvetti. Cildim berbat bir hale geldi. Cehennem sıcağında kavruldum, şimdi ise soğuk havalarla boğuşuyorum. Egzamam iyice azdı. Hayırlısıyla ineyim de eve gidip, sadece uyumak istiyorum…
(GemiTrafik: Yukarıdaki bölüm 16 Ağustos’da aşağıdaki 2. bölüm 19 Eylül’de kaleme alınmıştır.)
Evet, gemiden inmeme birkaç gün kala, Ağustos ortasından bu yana yaşadıklarımı anlatmaya devam edeyim. Gemide balast yüzünden bir türlü yüzüm gülmedi. Makine ve jeneratör arızaları zaten bizi de gemiyi de oldukça zorluyordu. Fransa’dan kalktıktan sonra Almanya’ya vardık. İki gün demirde bekledikten sonra yanaştık ve belki de ilk kez sorunsuz bir manevra oldu.
Ama ne oldu? Pilotlar, makine telgrafının yanındaki remote control kolunu niye kullanmadığımızı sorguladı. Ardından PSC (Port State Control) çağırıp, bize hiç ses etmeden arkamızdan şikayet ettiler! Gemi pitch değil, gear box sistemiyle çalışıyor. Telgraf komutu verildiğinde çarkçıbaşı aşağıda ayarlamayı yapıyor.
Her manevrada sorun yaşadık. Pielstick makinesi, Cummins jeneratörleriyle tam bir pişmanlık! Neyse, konuya dönecek olursam; ilk kez sıkıntısız bir manevrada şikayet üzerine PSC geldi. Limanda 8 saat kaldık, ama bu sürenin büyük bir kısmını eksiklerle uğraşarak geçirdim. Hem yük, hem balast, hem kumanya, hem de personel malzemeleri derken işler yine üst üste bindi.
PSC tutuklamaya çalıştı ama başaramadı. Çünkü eksiklerimiz olsa da tüm güvenlik önlemleri yerindeydi. Küçük detayları yazıp sonunda da ISM’in (Güvenlik Yönetim Sistemi) işlemediğini iddia edip sorumluluğu bayrağa ve şirkete attılar. Ardından auditler ve denetimler başladı.
Binbir zorlukla oradan ayrıldık. Önümüzde 4-5 günlük yol vardı ve kapatılması gereken bir sürü remark (uygunsuzluk notu) ile temizlenmesi gereken ambarlar bizi bekliyordu. Hepsini hallettik, raporları hazırladık, fotoğraflar çektik. Ufak bir mutluluk hissettim… ta ki İrlanda önlerindeki nehir ağzına gelene kadar!
Sabaha karşı üçüncü kaptandan vardiyayı devralıyordum. Birkaç dakika sohbet ettik, sonra birden jeneratör çöktü. Peşinden ana makine durdu, acil durum jeneratörü devreye girmedi. Dümen kilitlendi, gemi zifiri karanlıkta tam bir “blackout” yaşadı!
Telefonlar çalışmadığı için üçüncü kaptan makineyi acil durum telefonundan aradı. Ben de kaptanın kamarasına gidip tıklattım: “Süvari bey, çöktük. Bir köprüüstüne gelin!” Cevap ne oldu dersiniz? “Oğlum hâlâ alışmadınız mı çökmelere? Neyse, geliyorum…”
Ama bu sefer farklıydı. Dördüncü kaptana korsan bölgesinde seyrettiğimiz zamanlar bazı küçük işler vermiştim. Onlardan biri de tüm katlarda eksik olan ya da eksik çekilmiş reflektör bantları, acil çıkışlara gösterecek şekilde düzenlemekti. Süvari köprüye geldiğinde, bantları görüp “Bu bantlar ne güzel olmuş, hiç ışık yok ama bantlar parlıyor!” dedi. Neyse ki jeneratör devreye alındı, dümen motorları çalıştı, ancak sorun hâlâ devam ediyordu.
Karaya yakındık, sığlıklar vardı ve 5 numaralı kaver çatlamıştı. Çarkçıbaşı, bunun uzun süreceğini söyledi. Biz de acil durum demiri attık. O gece, neredeyse 24 saat sonra makineciler sorunu çözdü. Almanya’da küçük bir sebeple PSC çağıran pilotun aksine, İrlanda’da acil demir atmamıza rağmen kimse sorun çıkarmadı. Neyse ki işler yoluna girdi.
Daha sonra normal demir sahasına ilerleyip demirledik. Ama süpriz! Geminin boş olması gereken baş pik tankında 200 ton su çıktı! Tüm işim bozuldu, saç baş yolduk. Arkadaş ben limana özel draft trim ayarlaması yaptım tüm işim bozuldu. Geminin valfleri, aktüatörleri, selenoidleri beni benden alıyor.
Neyse ki orayı bastık, ambarların son kontrolünü yaptım, her şey yolundaydı. Liman yanaştık. Çok hızlı yükleme olacak rain letter (yağmur sırasında kargo operasyonunda olası risk ve sorumlulukları belirleyen belge) da getirdiler. Dedim fena! Hayatta en nefret ettiğim şey rain letter! Dökmeciyiz yahu biz, yağmur yağsın da yükleme olmasın diye dua ederiz! 🙂
Foreman ve draft surveyle konuştum. Çok yağarsa kapatırım sintinelerle uğraştırmayın beni dedim. Dediler yok zaten öyle mal da bozulur rain letter verdiysek o kadar da değil yahu chief! Sonra hemen bombayı patlattım; “Siz var hızlı yüklemek ben var yavaş balast”! 😀
Foreman “Yüke başladık mı durması zor zira konveyör işi, bu yüzden geç başlayalım.” dedi. Alçak suya göre ayarlayıp süvari beyin de onayıyla 4 saat balast müsaadesi aldım. Gece bir sağanak bastırdı üff. Dedim Allah’ın sevgili kuluyum! 🙂
Balasttan en korktuğum limanda rahatça süzdürdüm ve yaz hattına kadar gırtlak yükledim. Zaten tropikal kuşağa gittiğimiz için draft sıkıntısı yok, tahliye limanında tahdit yok. Yükleme korkutuyordu onu da alnımın akıyla hallettim.
Tabii söylemeyi unutmuşum. İki liman tahliye olacak. Ben ilk tahliye limanında iniyorum 🙂 intermediate draft survey yapmadılar yükü ben kendim bölmek durumunda kaldım. Epey bir stres oldum ama hallettim.
Oradan kalktıktan sonra Kanarya adalarında yakıt ikmali yapacağımızı söylediler ona göre çarkçıbaşı hesap yaptı. Ve süpriz! Bayrak ve klas sörveyi ataması da yapmış şirket! Hep o Almanya’daki PSC yüzünden. Geldiler kontrolleri yaptılar gezdik talim yaptık vs.
Her şey güzel geçti, ancak bu 3 aylık süreçte ne kadar yıprandığımı derinlemesine hissettim. Demiri alıp yola devam ettik. Şimdi Batı Afrika sahillerine doğru, tropikal iklimin bunaltıcı sıcaklarında ilerliyoruz. Bir an önce varıp eve dönmek istiyorum. Çok yoruldum…
Ancak şans yine benden yana değil! Gemiden ayrıldığım limanda havaalanında yangın çıktı. Kısa süreli de olsa bir aksiyon oldu, şimdi uçak bekliyoruz. Sanırım bela mıknatısıyım.
Sonunda gemiden inip karaya ayak bastım. Artık “kara modu” açılsın! 🙂
⚓